Diyar-ı tarumar
Her şeyin bir ‘yer(i) ve zaman(ı)’ vardır. İnsan bu belirli yer ve zamanı yakalamak isterken, aynı zamanda o yer ve zamanı dondurmak ister. Ve fotoğraflardan önce anıtlarda, kitabelerde dondurulmuştur yer ve zaman. Denilebilir ki bu ölü bir zamandır, denilebilir ki her şey gelmiş ve geçmiştir ve artık yeni bir devlet var.
“…Böyle oldu konuşması. Kyros onun bağlarını çözdü, yanına oturttu ve pek iyi, pek hoş tuttu; kendisi ve çevresindekiler ona hayranlıkla bakıyorlardı. Kroisos düşüncelere dalmıştı, sesi çıkmıyordu. Sonra dikkati Lydialıların kentini yağma eden Perslere kaydı: “Kral” dedi, “şu gördüklerim karşısında aklıma gelenleri söyleyeyim mi, yoksa susayım mı?”
Yeni Devlet, zaferle taçlandırılmış duble yolları arşınlarken, yol boyunca yaptığı barajlara, HES’lere bakarak gururlanıyordu ve yürüdükçe ayaklarının altında kalan uygarlıkların ezilmesinden garip bir keyif alıyordu. Göğe yükselen yıkımın ve yağmanın toz dumanı içinde, buharda ısınan bayat simitlerle yüklenmiş çocukluğunu hatırladı. O simit, o buhar, ahşap ev… derken yer ve zaman olmaksızın şeyleri hatırlamanın imkansız olduğu düşüncesine gidecekken, zaman ve mekan üstü Tanrıyı görsek bile tam da bu nedenle hatırlanamayacağı gibi bir düşünceye gönül verdi ve gönlü böyle düşünmek günah deyince yükselen alkış seslerinin ayırdına vardı. Tuhaf bir biçimde çok eski bir hikâyenin içinde olduğunu duyumsadı.
“Kyros istediğini istediği gibi söyleyebileceği cevabını verdi. Ve Kroisos ona sordu: “Bu kalabalık ne yapıyor böyle canla başla?”- “Senin kentini”” dedi Kyros, “yağma ediyorlar, varını yoğunu paylaşıyorlar.”
Uygarlıklardan kalan her bir parçaya bakarak “kimindi” şimdi bunlar diye düşünüp durdu gözleriyle. Grekler, Romalılar, Asurlular, Hititliler ve Urartular geldi gözbebeklerine. Atlarıyla, gür sesleriyle, kılıçlarıyla mızraklarıyla o yüce kralları hatırlayıp onlara öğündü. Bunlar, şimdi, yeni olan devletin, yani bizim miydi? Ama hiç bize aitmiş gibi görünmüyorlardı diye düşündü gözleri.
Kroisos cevap verdi: “Yağma ettikleri benim kentim, benim varlığım değil; bunların hiçbiri benim değil artık: yağma ettiklerinin, alıp götürdüklerinin hepsi senin malın.”*
Yeni Devlet, zaferle taçlandırılmış duble yolları arşınlarken, yol boyunca yaptığı barajlara, HES’lere bakarak gururlanıyordu ve yürüdükçe ayaklarının altında kalan uygarlıkların ezilmesinden garip bir keyif alıyordu. Göğe yükselen yıkımın ve yağmanın toz dumanı içinde, buharda ısınan bayat simitlerle yüklenmiş çocukluğunu hatırladı. O simit, o buhar, ahşap ev… derken yer ve zaman olmaksızın şeyleri hatırlamanın imkansız olduğu düşüncesine gidecekken, zaman ve mekan üstü Tanrıyı görsek bile tam da bu nedenle hatırlanamayacağı gibi bir düşünceye gönül verdi ve gönlü böyle düşünmek günah deyince yükselen alkış seslerinin ayırdına vardı. Tuhaf bir biçimde çok eski bir hikâyenin içinde olduğunu duyumsadı.
“Kyros istediğini istediği gibi söyleyebileceği cevabını verdi. Ve Kroisos ona sordu: “Bu kalabalık ne yapıyor böyle canla başla?”- “Senin kentini”” dedi Kyros, “yağma ediyorlar, varını yoğunu paylaşıyorlar.”
Uygarlıklardan kalan her bir parçaya bakarak “kimindi” şimdi bunlar diye düşünüp durdu gözleriyle. Grekler, Romalılar, Asurlular, Hititliler ve Urartular geldi gözbebeklerine. Atlarıyla, gür sesleriyle, kılıçlarıyla mızraklarıyla o yüce kralları hatırlayıp onlara öğündü. Bunlar, şimdi, yeni olan devletin, yani bizim miydi? Ama hiç bize aitmiş gibi görünmüyorlardı diye düşündü gözleri.
Kroisos cevap verdi: “Yağma ettikleri benim kentim, benim varlığım değil; bunların hiçbiri benim değil artık: yağma ettiklerinin, alıp götürdüklerinin hepsi senin malın.”*
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder