ÇARK VE ZEHİR
Apo Sıleman / Sılo Qız’ın anısına…
“Adaletin olmadığı yerde her sadakat sahtedir.” Paramaz (Matdeos Sarkisyan)
Almanya’nın “ARD” adlı televizyon kanalı, Dersim Soykırımı’yla ilgili bir haber yayınladı. Atatürk imzalı bir belgeden hareketle yapılan haberde, Atatürk’ün 1937 tarihinde Hitler Almanya’sından zehirli gaz satın almak istediği ve bu gazın da büyük olasılıkla Dersim’de kullanılmış olabileceği öne sürülüyordu (1). Söz konusu haberin yayınlanmasının ardından bir hayli tartışma oldu. Bir taraftan AKP, diğer taraftan ise Haydar Karataş ve Hüseyin Aygün başta olmak üzere bazı Dersimliler, Atatürk’ün soykırımdaki rolünün öne çıkarılmasından veya adının bu kadar açıktan zikredilmesinden rahatsız oldular. Bu yazı, Atatürk söz konusu olduğunda mevcut iktidarla bir ve aynı noktada buluşabilen her iki yazarın söylemlerinden hareketle bir tartışma yürütmeyi amaçlamaktadır.
H. Karataş meramını şu satırlarla ifade etti: “Dersim meselesini artık Atatürk-Kemalizm tartışmasından çıkarmak gerekiyor. Dersim’de İslam’ın Alevilere yönelik geleneksel nefreti Kemalizm üzerinden dillendiriliyor. Bütün coğrafyanın sorumlusu Kemalistlermiş gibi gösteriliyor. Oysaki Dersim, Atatürk’ün meselesi olmaktan çok, İslam meselesiydi. Dersim’i Atatürk-Kemalizm üzerinden tartışmak, Türkiye’yi dönüştürmekten ziyade İslami çizgiye su taşıyor. Atatürk yapmadı demek eksiklik, ancak Atatürk organize etti demek daha büyük bir vebal. Çünkü bunların ikisi de değil. Dersim’de Atatürk ve genç Kemalist kadro İslam’ın kılıcını kuşanmıştır denilebilir.”
H. Aygün ise kısaca şunları söyledi: “Dersimliler, elbette ‘38’i tartışacaklar. CHP ve Mustafa Kemal’i eleştirme hakları da fazlasıyla vardır. Ancak bunu, Alevileri inkâr ve asimile eden, Suriye’de kafa kesenlerle çalışan mevcut hükümetin amaçlarına hizmet eden ya da ‘başka çevreleri’ memnun eden tarzda yapmamalıdırlar.”
Dersim Soykırımı’na ilişkin kitap ve çok sayıda makale yazan H. Karataş ve H. Aygün’ün yukarıdaki sözleri bilgi eksikliğinden sarf etmedikleri açıktır. Dolayısıyla burada başka bir motivasyonun işlediğini söyleyebiliriz.
Yazarlarımız, Dersim Soykırımı’na dair bir gerçekliği açığa çıkarırken, diğerini ise bilinçli bir şekilde es geçiyorlar.
Böylece bir yerde Kürtlük ile Alevi/Kızılbaşlık arasına sınır çekmeye çalışıyorlar. Kuşkusuz 1937-38 yıllarında Dersim’e yapılan “askeri harekâtın” hedeflerinden birisi Alevi/Kızılbaşların sosyal ve dinsel yapısını çözmektir. Bu doğrultuda özellikle bu örgütlemenin merkezinde yer alan ocak üyeleri ile aşiretlerin önde gelen mensupları sistemli bir biçimde hedef alınmış ve sağ kalanlar ise “medeniyeti” temsil eden Türklerin içinde eriterek Türkleştirmek ve Müslümanlaştırılmak için batıya sürülmüştür. Bununla birlikte bu “uygarlaştırıcı misyonun” esas hedefi Dersim’in Kürt ulusal örgütlenmesinin yeni merkezi haline gelmesini önlemektir. G. Gürboğa’nın da belirttiği gibi: “1920’lerden 1930’lara kadar gerçekleşen bir dizi Kürt isyanı, devletin Dersim’i Kürt direnişinin örgütlenebileceği potansiyel bir coğrafya olarak değerlendirmesine yol açmıştır.” (2). Nitekim Cumhuriyet’in Dersim’e dair tehdit algısı, “Başvekil” İsmet İnönü’nün 1935 yılında hazırlayıp Atatürk’e sunduğu “Kürt Raporu”nda açık seçik dile getirilmiştir:
“Dersim Kürtlerine karşı vaktiyle set olan Türk köyleri dağılıp zayıflayarak ve Ermeniler kâmilen (tamamen) kalkarak Dersimlilerin istilasına karşı meydan tamamen boş kalmıştır. Erzincan yanındaki boş köyler, Dersim’in semiz halkı ile süratle dolmaktadır. Erzincan beyleri arazileri de işlemek için Dersimlileri maraba adı ile kullanmaktadır. Bu beylerin bir nevi Dersimli himayesine sığınmasıdır. Bu köyler ve marabalar Dersim çapulcu kollarının içeri yayılması için menzil ve yatak rolü yapmaktadırlar. Az zamanda Erzincan’ın Kürt merkezi olmasıyla asıl korkunç Kürdistan’ın meydana gelmesinden ciddi olarak kaygılanmak yerindedir (3).”
Dahası, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki siyasal gelişmelerin sınırlı düzeyde de olsa Türkiye Kürtlerinin siyasallaşmasına olanak verdiğini dikkate almak gerekir. Güney Kürdistan’da Şeyh Mahmud Berzenci öncülüğünde başlayan ve 1930’larda Barzaniler ile devam eden isyanların, Kürtlerin Kürt ulusal kimliğiyle ilişkilenmesinde önemli rolü olmuştur (4). Zira G. Gürboğa’nın Umumi Müfettişlikler Toplantı Tutanakları’ndan aktardığına göre, “Birinci Umumi Müfettiş Abidin Özmen, “dışarıdaki” Kürtçülük faaliyetlerinin ve propagandasının Dersim’den ziyade sınır bölgesini etkileyeceğini ve asıl tehkikenin sınırda olduğunu söylese de, Dersim aşiretlerinin Kürdistan’ın diğer bölgeleriyle ilişkisi, özellikle “Xoybun” Komitesi/Örgütü ile ilişkisi dikkatle değerlendirilmiştir.” (5)
Öte yandan bu soykırımı, sadece din ile ilişkilendirip, Osmanlıya bağlayarak açıklamaya çalışmak tarihi gerçekleri bilinçli olarak yanlış yorumlamaktır. Böylece soykırım suçu da failsiz bırakılır. Yine de Atatürk ve cumhuriyetini sorumlu tutmamak adına Atatürk’ün soykırımdaki rolü nedir şeklinde bir soru sorulur.
Açık bir şekilde görünen bir olguyu